"KENDIMI ONARMAK IçIN YAZDıM"

"Kendimi onarmak için yazdım"

İlkokuldayken hayali yazar olmaktı ama Türkiyenin en büyük rock yıldızlarından biri oldu. "Sonradan havalı bulduğum için rock yıldızı oldum" diyen Teoman, çocukluk hayalini 56 yaşında gerçekleştirdi.

Ünlü şarkıcı Teoman, roman yazmanın tıpkı kitap okumak gibi kendini onarmak için yaptığı bir şey olduğunu itiraf etti.

Dilden dile dolaşan, unutulmaz şarkıların yaratıcısı ve solisti Teoman; müzisyen kimliğine romancılığı da ekledi...

Sanatçı, bu kez ilk romanı Sayın Bay Rock Yıldızı ile okurlarının karşısına geçiyor. Romanına kendinden, beslendiği kültürel dünyadan ve hayran olduğu yazarlardan etkiler taşıyan Teoman, yazmanın onu sağaltan bir tarafı olduğunu söyledi. Ünlü şarkıcı romanıyla ilgili en çok merak edilen konuların başında gelen Timur karakteriyle arasındaki benzerliği, siyasetten sanata hayata bakışını ve sosyal medyadaki paylaşımlarıyla ilgili merak edilen detayları Habertürke anlattı.

- Merak ediyorum, zaman içinde duruşunuz değişti mi? Daha doğrusu sizin duruşunuz muydu değişen yoksa biz mi tanımıyorduk sizi?

E tabi ki insan değişiyor, 30 yaşında başka birisiniz, 50 yaşında başka birisiniz. İnsan ilişkilerine bakışım değişti ama sadece kendiniz değişmiyorsunuz, bu interaktif bir şey. Dünya değişirken o da sizi değiştiriyor. Ben değiştim veya aynı kaldım demek biraz saçma oluyor. Değişimlerimize sadece kendimiz karar vermiyoruz, değişmiştir tabi ki. Ben tabi ki değiştim ama artık söylediğiniz bir söz ettiğiniz bir laf birdenbire gün içerisinde on milyon kişiye ulaşabilecek hale geldi. Mesafesiz bir dünyadayız artık.

- Birbiriyle çelişen bir sürü açıklamanız oluyor ama bir şekilde ne söyleseniz söyleyin tutuluyor ne paylaşsanız birdenbire gündem oluyor. Hatta geriye dönük röportajlarınız sıklıkla kullanılıyor. Bunu neye bağlıyorsunuz?

Açıkçası tam anlamıyla bilmiyorum ama insanlar arasında bir anda dolaşmaya başlayan bir videomun hikâyesini anlatayım da nasıl birşey olduğunu görün. Bilinçli olmayan bir tanesini anlatacağım. Önceden hazırlanmadığım halde espri yapmayı, kendimi farklı göstermeyi küçücük bir oyuna dönüştürmeyi sevdiğim zamanlar oluyor. Bir arkadaşım bana mesaj attı dedi ki; "Teoman bana 2024te ne yapacağınla ilgili birşeyler söyler misin benim işime yarar". Kendisinin güzellik firması var onun da bir sosyal medyası var ama bu daha çok eğlenmek için yaptığımzı birşeydi bizim için. Ben de o an kafedeki arkadaşıma dedim ki "al beni çek şurada". Ne söyleyeceğimi bilmiyordum, geçtik. O anda uydurduğum bir şey. "2024te sigarayı azaltacağım dedim, eğleneceğim ve bol bol spor yapacağım." Bunda hiçbir derin anlam yok, entelektüel hiçbir yer yok, insanların ilgisini çekeceğini de düşünmüyorum onu söylerken, sadece orada yer alacak çok önemsiz bu şeyi söyledim. Her yere yayıldı. Yani hiç üzerine düşünmediğim bu söz veya bana kameraman magazinci arkadaşlar "tatil yapıyor musunuz?" diyorlar, evet "şu an tatildeyim" diyorum. Bana "yurtdışına mı gidecek misiniz bu tatilde?" diyorlar, "hayır Eminönüne gidicem" diyorum. Ben yurtdışını gerçekten sevmiyorum ve Eminönü, Karaköye filan gitmeyi seviyorum. Birkaç semte gitmeyi seviyorum. İstanbulu seviyorum. Pasaport kuyruklarından falan nefret ediyorum, otelde kalmayı sevmiyorum. Benim için Paris, New York, Londraya gideceğime ben şu Fındıklıda dolaşsam daha mutluyum. Sanırım bu şekilde olunca çok kişiye yayılıyor.

- Romanınız da çok konuşuldu yaptığınız diğer işler gibi. Yazarlık hayalinizde var mıydı? Yazmaya nasıl karar verdiniz?

Ben aslında müzisyenlikten önce daha ilkokulda yazar olmayı falan hayal eden birisiydim. Edebiyatla, okumakla ilişkim müzisyenlikten önce gelir benim. Çok severdim okumayı, zaten öğrendiğim andan itibaren o kitap kurdu çocuklardan oldum. Hâlâ da her gün kitapçıdayım. Kitap alıyorum. Bugün yeni kitabım geldi, onu okuyacağım akşam. Kitaplarla ilişkim müzikten çok daha yoğun oldu. Sonra müzik de onun içerisine girdi, sonra sinema girdi. Fakat yazar olma fikri uzaklaştı benden, rock yıldızı olmak daha çekici geldi. Şarkı yazmak daha çekici geldi falan. Yani kısmet bu zamanaymış. Ben kendime şunu demiyorum. "Ya neden şimdi yazdım keşke 20 yaşında yazsaymışım" demiyorum.

- Geçen yıl da hatırladığım kadarıyla söze ağırlık veren lirik bir albüm çıkardınız. Sanatsal olarak müzisyenlikten yazarlığa kayıyor olabilir misiniz?

Öncelikle benim müzikle ilişkim çok sözel. Hatta müzikten daha önde bu. Bir şey anlatmayı seven müzisyenlerdenim ben. Benim sevdiğim adamlar çıkıp da havadan sudan aşktan, hafif şeylerden bahseden adamlardan olmadı, ben de onlara özendim. Türkiyeden örnek verecek olursam Mazhar Alanson, Fikret Kızılok veya Bülent Ortaçgil gibi adamlar; dünya ölçeğindeyse Bob Dylan, Leonard Cohen falan gibi adamlardı bunlar. Ben de onlar gibi birisi olmayı, söze ağırlık vermeyi, insanları sözlerimle etkilemeyi, derin anlatımlarda bulunmayı falan müzik yaparken zaten daha ilk albümümden itibaren önem verdim. Onları şarkı bazında düşünüyordum. Daha yazıya girdin dedin, evet haklısın. "Ben Zargana Deux Ex Machina" lirik gücü çok üst seviyelerde olan bir albümdü. İçerisinde öyle bir şey anlatayım ki dedim, bir hayatı anlatsın o, içindeki narsistik kırılmaları anlatsın bir insandaki. Nen buradan geldim, o da bir tür rock and roll yıldızının yozlaşma hikâyesini anlatsın. Çok seviyorum o sözel şeylerde kendimi zorlamayı, başka yerlere gitmeyi. Dediğim gibi müziğin müzik tarafı çok önemli diil.

- Yine geçen yıl ünlü şair Necip Fazıl Kısakürekin Kendi Vatanında Parya şiirinden esinlenerek bir şarkı yaptığınızı duyurdunuz ve ortalık birbirine girdi, haftalarca konuşuldu, ama sonrasında bir şarkı gelmedi. Gerçekten söz dışında müziği olan bir şarkı var mıydı?

Önce kendimi, siyaseti ve Türkiyeyi nasıl konumladığımı anlatayım ben, buna çat diye cevap veremem ben. Önce ben kendimi kim olarak tanımlıyorum, 56 yaşında bir adamım ben. Bu adam, Türkiyenin yaş ortalaması düşünüldüğünde herhalde 30 - 35 yaşları falandır, onların hepsinin değil belki ama çoğunun abisi pozisyonundayımdır yaşım gereği. İkincil olarak kendimi ben bu ülkeye hissediyor muyum? Evet. Bu ülkede siyasi tarafta elimde bayrak yürüyen birisi hiçbir zaman olmadım ama hep vicdan tarafındaydayım. Ülke siyaseten o kadar kutuplaştı ki, siyaseti imkânsız bir hale getirdi artık bu. O dönemde seçim de olmuştu. Modernler büyük bir yenilgi aldıklarını düşünüyorlardı. İlginç birşey vardı, muhafazakârlar da büyük bir zafer kazandığını düşünmüyordu. Yani bir boşluk duygusu iki kesimde de vardı. O zaman ben kendime dedim ki, artık bu seçim atmosferinin, savaş çığlıklarının kesildiği bu dönemde en azından ben herkese uyacak toplumsal barışı savunacak bir söz söyleyebilrim. Bu hakkı nerede alıyorum, abilikten alıyorum (gülüşmeler). Teoman abimiz dediğimiz kişi şöyle birşey yaptı, günümüzün sosyal medyasının gücünü iyi bilen birisi olarak birdenbire Necip Fazıl Kısakürekin "Kendi Vatanında Parya" adlı şiirine adadığı yeni bir single çıkaracağını duyurdu. Bir tür trollük diyebilirsiniz buna, bu trol ne yapmak istiyor, siyaseten kimseye gol atmak istemiyor. Türkiyenin iyiliği için trollük yapan bir Teoman ortaya çıkıyor. Negatif birşey olarak söylemiyorum trollüğü. Sunduğum şey ne; birbirimizi dövmeyelim; birbirimizi sevelim. Eninde sonunda çıkacak olan şey bu oradan. Peki bunu niye Necip Fazıl üzerinden göstermeyi seçtim. Necip Fazıl ile Nazım Hikmeti karşı karşıya koyun. Nerelerde durduklarını herkes biliyor. Ben o ikisine nasıl yaklaşıyorum? Siyaseten ikisi de beni temsil etmiyor aslında. Ama onlar benim kültürel abilerimdir deyip ikisine de saygı duyuyorum Teoman olarak. Necip Fazılın "Kendi Vatanında Parya" şiiri çok özel bir şiirdir. Bunu modernler de hissediyor, muhafazakârlar da hissetti ve hissediyor. Demek ki her ikisini de açıklayan bir şey. Nazım Hikmetin özgürlüğe dair söylediği şeyleri aslında muhazakarlar da hissediyor, modernler de. Bizim yapmamız gereken şeyi ben şöyle hissediyorum artık, geçmişin kültürel kodlarından, siyasetin bu kadar birbirini kıracak biçimde kutuplaşmasından daha birbirini anlayan siyasetin daha makul şeylerde yer aldığı, herkesin birbirine vatan haini demediği, birbirinin gözünü oymaya çalışmadığı bir Türkiye bence daha güzel. Yapmaya çalıştığım şey bu totalde. Bana dışarıdan bakan birisi beni Necip Fazıl ile beni yan yana görmez, daha çok Nazım Hikmet tarafına yakınlaştırır. Ben niye ters köşe yapıyorum, bütün Türkiyeye bir mesaj vermek istediğim için amacım. Yoksa öbür türlü kendi yankı odamda minicik bir etkisi olabilecekken çok geniş bir yere çevirdim bu etkiyi. Kimse kendi vatanında parya gibi hissetmesin kendini istedim. Bunun çaresi de toplumsal barıştır demek içindi bu.

-Yazdığınız sözlerde toplumsal uzlaşı çabanızı gördük ama aslında çok daha önce de bunu göstermiştiniz. Başörtüsü meselesinde ve çok daha öncesinde Ahmet Kayaya yapılanlarla ilgili ilk tepki verenlerden biriydiniz. Şunu merak ediyorum; kimsenin cesaret edemediği dönemlerde böyle refleksleri verirken kendinizi yalnız hissettiniz mi?

E tabi... Çünkü o tepkiler aslında pek bir işe yaramıyordu, çok sembolik kalıyordu. Herkes o sıralarda serseri Teoman imajını beslemekle meşguldü. Ama ben, 1990lı yılların sonunda veya 2000li yılların başında İstanbul-Hakkari hattını kurduğumuzda, Hakkariye gidip konser vermis, başka yerlere gitmiş, Nevroz şenliklerinde yer almış başörtü meselsinde muhafazakarlara yapılan haksızlıklarda Ahmet Kaya meselesinde sonrasında vesaire ben çok kez o duyarlılığı göstermiş birisiydim, ama o zamanlar pek ortaya çıkmıyordu bu. Ben onların hepsinde kendi içimde vicdanen doğru yerde olduğumu düşünüyorum, orada da kalmaya devam etmek istiyorum. Bu benim için yeni bir pozisyon değil. Bir de benim çocukluğumu düşünün. Ben çocukken bile sağ sol kavgasını, 17 - 18 yaşında çocukların birbirlerini öldürmelerini saçma buluyordum. E oradan kendime geleceğe dair örnekleme yaptım. Uzlaşma isttiyordum ve ayrıca da kendini bir kutba sıkıştırmak istemiyordum. Çünkü eğer bir kutba sıkıştırırsa insan kendisini gözleri bozuyor, miyop oluyor, herşeyi yanlış yorumluyor.

- Peki hâlâ devam eden Gazzedeki soykırım konusundaki düşünceleriniz neler?

Dünya galiba hiçbir zaman doğru dürüst bir yer olmayacak. Çok korkunç şeyler oluyor, çok uzun zamandır oluyor aslında. Hamas neredeyse intihar saldırısı denebilecek bir saldırı yaptı, onu da tasvip etmek çok kolay birşey değil. Ama insan intihar saldırısı yapıyorsa artık, kendi ölümünü göze alabilecek biçimde bir eylem yapıyorsa o tarafa bakmak gerektiğini düşünüyorum ben. İsrailde şahinler iktidarda, Netanyahu zaten iç politikada da problemler yaşıyor, onu biraz da kullanıyor. Hamasın saldırısını daha evvel bildiğine dair birtakım şeyler var, emin değilim. Şahinler iktidarda olduğu için İsrailde Bakan diyor ki "ya bizim gibi yaşarlar her şeyi kabul ederler ya da ölürler". Şimdi bu çok korkunç bir yaklaşım değil mi Gazzelilere karşı? Başka bir coğrafyadan Batıdan bir örnekle konstrastı göstermek istiyorum. Ukrayna, Batılılardan yardım isteğini dış işleri düzeyinde iletirken Dış İşleri Bakanı çıkıp şöyle dedi: "Burada sizin gibi sarışın mavi gözlü çocuklar ölüyor". Bu şu demek "karakafalılar ölürse problem değil. Sarışın mavi gözlü çocuklar ölürse problem." Batılıların Gazzeye bakışını anlatsın diye tamamen başka bir coğrafyadan örnek vermek istedim.

- Bundan sonra biraz romanınızdan bahsetmek istiyorum. Romanınızla ilgili en büyük merak konusu şimdiden bu hikâyenin gerçek olup olmadığı çünkü. Timur, Teomanın bir versiyonu gibi. 46 yaşında bir rock yıldızı ve roman yazmak istiyor. Burada bir oyun oynuyorsunuz sanki. (Teoman çok zevkli bir oyun oynuyorum, o yüzden herşeyi açıklamayacağım ama cevap veririm yine de...). Okur olarak biz Timurun tümüyle Teoman olduğunu farz ettiğimizde ya da Teomanın Timurdan tamamen bağımsız bir karakter olduğunu düşündüğümüzde oyun dışı kalıyor gibiyiz. Burada nasıl bir oyun oynuyorsunuz?

Şimdi Timuru ben doğurdum ama Timur, Teoman değil eğer Timur, Teoman olsaydı onun ismini Teoman koyardım. Timuru kendimden uzaklaştıran şeyler kullanıyorum. Bunun için onu inanılmaz paragöz yaptım, gece gündüz içen 46 yaşındaki bir adam yaptım. Bunun nedeni Timurun abuk sabuk şeyler yapmasını sağlamaktı. Ben Timurun her söylediğinin altına imzamı atmam, hatta ğek çok şeyine katılmam. Zaten işi zevkli yapan da o. Eğer ben kendi düşüncelerimi söylersem biraz evvel konuştuğumuz kişi olurum, o da çok makul bir kahraman olur, anti kahraman haline gelmez. Ben anti kahraman, nihilist birrisini yaratmak istiyorum. Ben mizantrop değilim ama mizantrop olsun istiyorum Timur. Benim bir sürü arkadaşım var sohbetinden çok zevk aldığım ama onu çok yalnız biri yaptım. Timurun düşünceleri veya sinir yapısı böyleyken benimki öyle değil. Yine ben de dalgalı birisiyimdir, ben de melankolik birisiyimdir. Tabi ki onun şeylerini karakter özelliklerinden kendi içimden de birşeyler aldım, ama aslında kendimden istesem çok sevilesi bir karakter yaratabilecekken hiç sevilmeyen, tasvip edilmeyen bir karakter yaratmaya çalıştım. Timur, gerçekten savrulmaları olan bir karakter. Kendiyle her an çelişiyor. Bir söylediği bir söylediğini tutmayan kaypak riyakar bir adam yarattım ondan.

- Gerçekten dünyayı böyle gördüğü için mi Timur öyle olduğu için mi karşısındaki dünya bu şekilde şekilleniyor?

Belki de dünya çok da tarif edilemeyen iyinin, kötünün karmakarışık olduğu bir yerdir. Timurun problemi şu, roman boyunca depresyonu alkolle beraber gittikçe yükseliyor, yükseliyor artık patlama noktasına geliyor. Ama o kadar alkol kullanırsanız zaten doğru düşünemezsiniz, doğru hissedemezsiniz, insanlardan o kadar uzak olrusanız sadece zihninizde yaşarsanız doğru şeyler düşünemezsiniz.

- Timur, bütün serseriliğinin yanı sıra sürekli okuyan bir tip. Sürekli okuyan didikleyen, kendi düşüncelerini sorgulayan biri. Hatta anksiyetesine en iyi gelen şey kitapçı gezmek. (Teoman) Benim de öyle! (Gülüşmeler). Bazı referanslar kullanıyor Timur ve bunlar gerçekten ilgi çekici. Mesela Alain Robbe Grilletden Nabokovdan, Milan Kunderadan bahsediyor. Bunlar yeni romanı, modern roman teorisini kendi romanlarıyla yazan isimler. Bunlardan bahsetmesi, bunların isminin geçiyor olması tesadüf mü?

Değil aslında. Alain Robbe Grillet ile ilişkili hikâyem aşağı yukarı oldu. Ama onu sadece bir hikâye olarak koymak istemedim. Aslında yazdığım romanın formu da o tip yeni roman, postmodern, düşünce romanı diyebileceğimiz bir sürü özellikle bezeli. Biraz geniş cevap verebilir miyim? Çocukluğumdan itibaren edebiyatla müzikle sinemayla yoğurdum kendimi, geldim geldim Boğaziçi Üniversitesine girdim. Boğaziçi Üniversitesini seçerken "ya ben kendimi geliştireyim ya" demek değil açıkçası daha çocuksu needenlerle seçtim orayı. Güzel bir ortam diyerek girdim. Arkadaşlarıma da söylediğim bir şey var, ben yanlışlıkla yontulanım diyorum. O kadar özel bir yerdi ki ben çok çalışkan olmama rağmen bana felsefeyi, sosyolojiyi, kent sosyolojisini, demografiui, köy sosyolojisini öğretti. Hatta esprisini de yapıyorum ben, yanlışlıkla yontuldum diye, ama bunlar şu anda yazdığım romanın içine sosyolojik tespitler olarak da siyasi tespitler olarak da, postmodern roman ve kültür kuramı yoluyla da bu romanın içine sızdılar.

- O zaman bu romanların yazar olmak isteyen Timur için bir anlamı var?

Var, aslında yazar olmak isteyen Teoman için bir anlamı var Timura onları kattım. Milan Kundera benim çok evvelden keşfettiğim neredeyse hatmettiğim diyebilceğim bir yazardır, defalarca okudum beni çok etkiledi. zaten finalde de görüyorsun onun son romanı Kayıtsızlık Şenliğine yapılan göndermede. Kundera "son varoluşçu" diye geçer, e benim romanım da varoluşçu bir yerden kuruyor kendini. Yani gerçeğin kurgusallığını anlatıyor falan.

- Timur karmaşık bir karakter. Tanımlanmaktan nefret ediyor ama tanımlıyor, gösteriş peşinde olanları tersliyor, ama kendisi de bir gösteriş düşkünü. Bunun da farkında. Timurun arızası acaba kendi çelişkilerinin de farkında olup hiçbir şey yapamamak mı?

Zaten o kadar karmaşık bir kişilik ki, birbirinin tersi, çelişkili şeyleri de söylerken buluyor kendini. Fakat "aa ben çelişkiye düşüyorum" demiyor. O sırada hangisini düşünüyorsa ona inanıyor. Halbuki eğer biraz daha makul birisi olsa ben çelişkili şeyler düşünüyorum deyip daha makul bir yere gidebilir, ama Timur makul birisi değil. Ama çok da güçlü argümanları var. Söylediği anda okuyucuyu ikna ediyor. Zaten tuzak o, benim okuyucuya kurduğum tuzak o. Sonra tam tersini söylediğinde ya bu da doğru diyebilir okuyucu.

-Romanınız, hiç kimsenin içinden çıkamadığı sorunları da ele alıyor. Mesela insanların birbirini anlamasının imkânsız olması ve kusurlu aile olmak gibi. Sondan başlayacak olursam Timurun hem içinden çıktığı aile hem de belki kendine kurduğu aileyi de böyle değerlendirebiliriz. Çünkü bu ailelerde baba eksik, anne duruma göre yetersiz. Çocuk ise büyümemiş ya da ham. Bu sorunların Timuru nereye götürmesi gereken bir yer var mı?

Götürmesi gereken bir yer var mı onu bilmiyorum. Biraz geriye alayım. Hak vererek örneklerini vereyim. benim babam iki yaşındayken öldü. Bir baba figürü eksikti benim hayatımda. Anne tam yeterli olamıyor zaten kendisiyle bile ilişkisini kuramıyor. Bir sürü zorluklarla kendi kendine var ediyorsunuz. O zaman dünyaya bakıp bütün değer sistemlerini, bütün dünyayı kendiniz tarif etmeniz gerekiyor. Size o yolu gösterebilecek, neyin değerli olduğunu, nereye doğru ilerlemeniz gerektiğini söyleyecek bir insan yok. O da karmaşık bir kişilik yaratıyor. Ben kendimi biraz öyle tanımlarım. Timuru da bana çok benzer bir karakter yaptım ki, o çelişkiler onda çok daha magnifiye edilmiş bir biçimde gözüksün. Tam kendini hiçbir yere ait hissedemeyen insanlarla ilişkinin imkânsızlığını, iletişimin imkânsızlığını sürekli söyleyen tekrarlayan bir kişi. Ama kendisiyle bile iletişimde bulunamayan bir kişi. Görüyorsunuz ama kendine de kıymaktan sakınmıyor. Kendine de çok eleştiren, kendine hakaretler de ediyor. Eğer kendine hakaretler ettirmeseydim o insanlardan nefret eden ama kendisine bayılan bir figür olurdu. Onun tam tersini istedim ben, hatta en kıyıcıyı olduğu kişinin de kendisi olmasını istedim. Herkesten daha çok kendisine haksızlık ediyor aslında.

- Peki Timurun yaşadığı varoluş sancılarını siz de yaşadınız mı?

Yani benim bütün hayatım kendimi tamir etmek üzerinedir. Gün içinde de uğraştığım şeylerdir. Zihnimiz bize oyunlar oynuyor, zihnimizin bize oynadığı oyunlara kanmamak lazım. Eninde sonunda bir şeyi umursamadığınız zaman o mesele değil. Komik ve çok sevdiğim bir sözü vardır şimdi onunla ilgili değil ama yine de zikretmek istiyorum. Süleyman Demirel der ya "Meseleleri mesele yapmazsan ortada mesele kalmaz" diye. Severdim Süleyman Demireli, tatlı bir adamdı. Timur onun tam tersi, küçücük meseleleri büyük meseleler yapıyor, sonra da o meselelerin altında boğuluyor.

- Timur gibi dua eder misiniz ya da tasavvufla ilgili misiniz?

Yani okuduğum o kadar çok şey var ki, tasavvuf etkiliyor yani bir sürü kitap okuyorum ben, bunları da bilge bir adam olayım diye yapmıyorum, artık ruhum rahat etsin diye yapıyorum aslında. Bu romanı yazarken de, tasavvufla ilgilenirken de içimi huzurla dolduran her şeye yaklaşımımda hep kendimi tamir amacı var benim.

- Ölüm korkusunun bununla bir ilişkisi olabilir mi?

Büyük ihtimalle, benim de Timurun da yani yarattığım karakterin de ölümle bu kadar ilgili olmasının sebebinin aslında bendeki ölüm korkusu olduğunu düşünüyorum.

-Romanda çarpıcı popüler kültür eleştirileri var. Bi yerde şöyle diyor Timur: "Nahoşun hoşluğu. Hooop, çirkin güzel oldu! Artık o çirkin sese ve sözlere güzel diyoruz. Güzeli yeniden tanımladık. Bir şey güzel, çirkin, cool, uncool oluyorsa tanımlanarak oluyor. Ve dönüşüyor. Eğer insanlar seni tanımlarsa işin bitmiş oluyor." Diyor. Tanımlanmak nasıl bir dayatma sizce?

Orada şunu anlatmaya çalışıyorum ben, sanata dair estetik bir algıdan giriyorum ama bu aynı zamanda dünyayı nasıl kurguladığımızı, iyi nedir, kötü nedir, doğru nedir, yanlış nedir onlara da analoji olarak yaklaşmak istediğimden. Daha orada Timurun karakterini gösteriyorum aslında. Yani o diyaloğu da boşuna koymadım yine. "Nahoşun hoşluğu, artık biz buna güzel diyeceğiz, yapacağımızı da nahoş olandan yola çıkarak yapacağız ve o zaman güzel olacak" diye kavramsal bir anlatıma giriyor. Ona benzer çok diyalog koydum. Burada durup insanlar inançlarını sorgulasınlar, acaba desinler diye. Benim gençliğimde olduğum gibi bir kişi okursa bu romanı birdenbire aydınlanacaktır diye düşünüyorum bir sürü konuda. Sosyolojik, felsefi, siyasi, artistik, insana dair bir sürü şey serpiştirdim bu romana. Siyaseten doğruculuk meselesinin geldiği yerin aşırı riyakarlığa gittiğini de görüyorum. Oradan birdenbire artık kötü niyetten değil, bunun riyakârlığa gitmesi, yanlış üst üste koymalar sarkacı ortaya getirmesi gerekirken tamamen yanlış bir yere doğru götürdüğünü düşünüyorum. Timur sahtelikten nefret eden birisi olduğu için siyaseten doğruculuğun o üç kâğıtçılığından da nefret ediyor.

- Timurun politik olarak doğruculuğu hedef aldığı başka bir diyaloğu sormak isterim. Timur, "Bu ülkede siyaset gericilerle daha gericiler arasındadır" diyor. Bununla ne kast ediyor, açıklar mısınız?

Başka bir tarafını söyleyeyim. Ben Türkiyede biraz evvel çok ayrışmasını istemediğim, bunca birbirinin gözünü oyacak kadar düşman olmasını istemediğim modernler ve muhafazakârlar, Türkiyenin geleceğinin daha huzur dolu bir yer olmasını istiyorlarsa kendilerini reforme etmelerinin iyi olacağına inanıyorum.

- Bir de romanı okuyanlar ve okuyacaklar için de duyuralım. Timurun bundan önceki hikâyesi de yazılacak. (Teoman) Ha bir de o vardı. Hatta ismi bile belli.

1994 Berbat Bir Yıldı diye bir novella olsun diyorum. Bu kalınlıkta yazmak istemiyorum, onu daha naif daha inançlı şu anki poziyonundaki gibi aşırı sinirli ve narsist olmayan daha dirayetli çalışkan gençlik halini de yazacağım. İkinci çıkacak kitap idealist Timurun hikâyesi. Bu da yozlaşmış, kendine yabancılaşmış nerede olduğunu anlayamayan trajik figür Timur.

- Ben Hamlet ile çok benzettim biliyorsunuz. Şimdi biz kendi aramızda konuşurken bu yapay zekâ meselesini siz "Orhan Pamuka yapay zekâ ile uğraşsa bununla kimbilir ne projeler yapardı" demiştiniz.

Bizde müzisyenler afra tafra yapıp birşey yaptıkları zaman "Bugün Orhan Pamuk ne yaptı biliyor musunuz sekiz saat roman yazdı" diyorum, herkesin havasını söndürmek için (gülüşmeler). Öyle bir figürdür Orhan Pamuk benim için. Kendisine bir oyun gördüğünde ve eğer o oyun onun için iğneyle kuyu kazmak gibi görünüyorsa zor şeyleri seçen biridir. O bun anlamda birşeyler yapabilirdi. Başkası için de söylüyorum bunu, "David Bowie yaşasaydı ve yapay zekâyı görseydi kim bilir ne enteresan sanat eserleri çıkarırdı" diyorum.

- Geçenlerde Timurun yapay zekâyla yapılmış bir görselini paylaşarak onun adına bir sosyal medya hesabı kuracağınızı duyurmuştunuz. Karakterinizi nasıl devam ettirmeyi düşünüyorsunuz bundan sonra?

Timuru sosyal medya üzerinden başka bir figür olarak devam ettirmek istiyorum. Yapay zekâ bu işin içeriğinde değil aslında sadece görselinde. O kişi yaratılacak çok fazla kullanılmayacak ama o görsel üzerinden sosyal medyada yaşayacak bir Timur anti kahramanını yaratacağım. Arkadaşlarıma şöyle diyorum, ya ben Teomandan çok sıkıldım artık, Timuru yaratağım onunla gideceğim diye. Tiyatro oyununa dönüştürmeyi düşünüyorum onda da acele etmiyorum.

- Sürekli yarı emeklilik mesajı veriyorsunuz, ama pek de çalışmadan durabilen birine benzemiyorsunuz.

Bir kere bu kitabı yazarken filan ben bunu çalışmak olarak görmüyorum aslında. Edebiyatın ve yayıncılık dünyasının ekonomik tarafı küçük bir tarafı olduğu için ben onu hobiyi sanatla yan yana düşünüyorum. Ben öyle bakıyorum o işe. Benim gerçekten çok başarılı giden ticari bir tarafım var zaten ben onda yarı emekliye aldım kendimi. Çok az konser veriyorum artık, istesem üç katı konser verir çok daha fazlasını kazanırdım.

2024-06-28T11:49:06Z dg43tfdfdgfd