AKıL - DEMOKRASI - FANATIZM

"Sorgulamamak" kalabalık psikolojisinin önemli bir özelliğidir. Bireyin yaradılışıyla ve özellikle daha az eğitimli "kalabalıklarda" yetişirken getirdiği bir tür "içsel ilkellktir". Birey topluluğun parçası olunca, önceki "güvensizliğinin" yarattığı güçsüzlük sona ermektedir. Bireyin zihninde oluşan "gaddar-müstebit" hükümet özlemi, gaddarlığın ta kendisidir

13 Temmuz 2024'te, Pennsylvania eyaletinde düzenlediği miting sırasında Donald Trump'a ateş açıldı.

Financial Times'ta da yayımlanan bir yazıda, ABD'de konuşulan bin Demokrat Partilinin, "bittik, tamamen tükendik," dediğinden söz ediliyor.[1]

Onca koruma önlemine karşın, 100 metre ileride bir damda konuşlanan 20 yaşında bir genç ateş etti, mermi Trump'ın kulağını sıyırdı. Birkaç milimetre şaşmasaydı, ABD bir cumhurbaşkanını daha suikastta kaybedecekti. Güvenlik güçleri burunlarının dibine kadar gelen silahlı adamı görmedikleri gibi, yakalamak ve sorgulamak zahmetine katlamadan olduğu yerde "etkisiz kıldılar".

Trump yaşamını ve herhalde başkanlık seçimini kazandı, J. Biden kendi iradesiyle veremediği karar sayesinde yaşamını yavaşlatma imkanına kavuşacak. Biden başarılı bir müzakereci, "Yapacağım çok iş var ve başkanlık Trump'a emanet edilemez" derken muhtemelen doğru söylüyordu. Asıl incelenmesi gereken siyasal sistemlerde parti mekanizmasıdır.[2] Yalnız ABD'de değil, birçok ülkede demokrasinin karşılaştığı sorunların temelinde parti yönetimindeki çıkar hesapları, çekişmeler vardır.

Doğru işleyen parti mekanizmasının, Cumhuriyetçi Parti'de Trump veya benzerlerinin bu düzeye yükselmesini engellemesi beklenir. Birçok kişi B. Obama - H. Clinton yönetiminin bugünlere yol açtığını söyler. ABD'de paranın böyle seçimlerde oynadığı rol herkes tarafından bilinmektedir. Bu koşullarda salt akılla, toplum çıkarına politikalar uygulayacak kadrolar nasıl oluşacaktır. Üstelik ABD'de iktidarlar yalnız kendi ülkelerini değil, pek çok ülkenin kaderini etkilemektedir. Ülkemizde özellikle 1950'den beri bunun bedelini ödemekteyiz.

Bireysel akıl ve kitle psikolojisi

Demokrasi böyle mi işlemeli? 19. yüzyılın ikinci, 20. yüzyılın ilk yarısında yaşamış olan Fransız sosyal psikolog Gustave le Bon, kitlelerin sağduyulu davranışlarla değil, duygusal ve genellikle vahşi, ilkel denebilecek güdülerle karar verdiklerini, davranışların böyle oluştuğunu söylemiştir. [3]

G. Le Bon'un fikirleri daha sonra Carl Jung ve Sigmund Freud'un çalışmalarında da yer bulmuştur. Bugün de birçok ülkede örneğini gördüğümüz uygulamaları, siyasal oluşumları bu fikirlerin ışığı altında incelemek mümkündür. Kısaca özetleyelim.

Kalabalıklar fikirleri yüzeysel olarak algılar. İhtilalci eylemler böyle oluşmaktadır. Birkaç örnek olarak, Marx ve Engels'in Komünist manifestoyu bitirirken kullandıkları "işçiler zinicirlerinizden başka kaybedeceğiniz birşey yoktur", B. Ecevit'n "su kullananın, toprak işleyenin", R. T. Erdoğan'ın "CHP döneminde camileri ahır yaptılar", "bacımızın üstüne işediler", "camiye ayakkabılarıyla girip bira içtiler", S. Demirel'in "yollar yürümekle aşınmaz", "demirkırat", A. Menderes'i iktidara getiren "yeter artık söz milletindir", W. Churchill'in "size kan, ter ve gözyaşı vaat ediyorum", R. Reagan'ın "hükümet çözüm değil, sorunun kendisidir". Bunlar ve benzer birçok ifade, bireylerin kulağına ulaşmakla kalmıyor, kitle kimliğini oluşturuyor, bireyin beyninde, algısında adeta donuyor.

Gustave Le Bon'la devam ederek; topluklarda bireyin kendi ruhsal kimliğinin yerini "kalabalık" alır. Bireyin kültür düzeyi, içinde bulunduğu topluluğun kültür düzeyinin üstünde olabilir. Ama toplulukta "akıl-eğitim" yerine sezgiler, dürtüler, fanatizm bireyi bir tür ilkel davranışlara yöneltir.

Birey bir kutsala ibadet ettiği için dindar olmaz, akli melekelerini, tercih yapma iradesini, sorgulama yetisini ve ayrıcalığını "fanatizme teslim edince" farklı bir inanç ve eylem düzeyine geçer. Hangi dinden olursa olsun yaşam, davranış kurallarını o kutsal kitap, o spor kulübünün, derneğin kuralları, eylemleri belirler.

Fanatizm

Hoşgörüsüzlük ve fanatizm, herhangi bir konuyu sorgulamadan içselleştirmenin temel taşlarıdır. Sorgulamadan, bir siyasi partiyi desteklemek, bir dini grubun, tarikatın üyesi olmak, bir spor kulübünü fanatikçe desteklemek aklı bir kenara koyan davranış örnekleridir.

Topluluk psikolojisinden söz edildiğinde, topluluğun çıkarı, bireyin çıkarının üstündedir. Bireyin kendi kültürüyle, iradesiyle belirlediği yaşam kurallarının dışına çıkması için, yeni bir dille, kavramlar setiyle karşılaşması ve onların bireyin inanç sisteminde gömülü setin yerini alması gereklidir. Bunun olabilmesi, fikirlerin toplumun entellektüel düzeyine hitap edecek, kitlenin kullandığı dile uygun olacak şekilde ifade edilmesini gerektirir. 

Liderlik kendisini burada gösterir. Toplumda daha yüksek eğitim almış kitleler, bu kitlelerden gelen bireyler kalabalıklara hitap etmekte, mesajlarını iletmekte zorlanır, başarısız olur. Köyünde edindiği kültürü daha sonra hem eğitimde, hem siyasette başarıyla değerlendiren S. Demirel topluma hitap etmenin ustasıydı. Keza hatırlayanlar için Osman Bölükbaşı kitleleri saatlerce heyecan ve keyifle ayakta tutardı. R. T. Erdoğan neredeyse 25 yıldır bu tekeli elinde tutuyor. İngiltere'nin AB üyeliği referandumunu etkileyenler arasında Nigel Farrage'ın adını tekrarlamaktan kendimi alamıyorum. 

Psikolog Carl Jung'un ifadesiyle "sorgulamamak" kalabalık psikolojisinin önemli bir özelliğidir. Bireyin yaradılışıyla ve özellikle daha az eğitimli "kalabalıklarda" yetişirken getirdiği bir tür "içsel ilkellktir". Birey topluluğun parçası olunca, önceki "güvensizliğinin" yarattığı güçsüzlük sona ermektedir. Bireyin zihninde oluşan "gaddar-müstebit" hükümet özlemi, gaddarlığın ta kendisidir. 

Ülkemizde "dağdaki çobanla benim oyum aynı olabilir mi" sorusunun arkasında bu yatmaktadır. Bu sözü söyleyen genç kadın, lafla kendisine yapılan saldırılardan yurt dışına göçerek kurtuldu. Hayli pahalı bir kurtuluş.

CHP'nin oyları neden yükselemiyor, bunca ekonomik, sosyal soruna, adaletsizliğe karşın AKP'nin oyları azalmakta neden direniyor sorularının ardında bunlar vardır, demek yanlış mı? Bireyler kendi başlarına geçim sorunları, adaletsizlik konularında rahatsız, ama ait olduğu topluluklara karışınca, mahalleye dönünce, zihin farklı çalışıyor.

Siyaset bilimi, sosyoloji, psikoloji ve iktisat; insanla ilgili, onun yaşam düzeyinin nasıl iyileştirilebileceğini araştıran bilim alanlarıdır. Geçen hafta siyasette sağa, daha doğrusu aşırı sağa yönelen kutuplaşmadan söz etmiştim. 1930'larda özellikle Avrupa'da yaşanan acı olaylardan sonra bu kutuplaşma neden? 

Kimilerinin kendisine siyasette yol açma isteği mi buna yol açıyor, mevcut sistemler sorunlara çözüm getiremediği için mi insanlar tekrar uçlara gidiyor. Bu olanlar kutuplaşmanın sonucu mu, yoksa siyasette olanlar toplum sosyolojisindeki oluşumlardan mı kaynaklanıyor? Bu oluşumların nedeni göçlerse, onlara yol açan gelişmeler irdelenmeden, yanlış oradaysa o düzeltilmeden çareyi aşırı sağ kutuplaşmada bulmak mümkün müdür? 

İktisatta politikalarla düzeltilemeyen dengesizlikler, Rus sosyolog-iktisatçı Nikolai Kondratiev'e atıfla adlandırılmıştır. Kondratiev devreleri, nedenleri açıklanamayan, örnek olarak, tarımsal üretimde, bakır fiyatlarında 30-40 yıl aralıklarla yaşanan devreler olarak adlandırılmıştır. Nedenlerinin iklim ve teknolojik evrim olabileceği tartışılmıştır.

Siyasette bunun karşılığı bulunmamaktadır. Kimileri insanların sağlıklı olmanın değerini bilmedikleri gibi, barış dönemlerini de takdir etmediklerini, savaşlarda sarsılarak kendilerine geldiklerini söyler. Bu bakış açısına göre savaş adeta, borsa diliyle, bir "düzeltmedir", maliyeti insan canı olan hayli pahalı bir düzeltme! 

Ama kimisi için "maliyet" olan savaş, kimisi için önemli gelir kapısıdır.

III Dünya Savaşı mı?

Son sıralarda III. Dünya Savaşı'ndan söz ediliyor. Büyükelçi Namık Tan, Cumhuriyet gazetesinde, Dışişleri Bakanı'nın konuşmasını değerlendirdiği, sorguladığı önemli yazısında Kuzey Atlantik İttifakı'nın neden kaynaklandığını, kimlerin hangi düşünce ve amaçlarla NATO'yu kurduklarını ele aldı. Dışişleri Bakanı'nın III. Dünya Savaşı'ndan neden söz ettiğini sorguladı. Sözü edilen hava tahmini veya TESLA'nın borsa değeri değil, dünya savaşı. Bu olasılıktan söz eden kişi ülkenin Dışişleri Bakanı ve önceki istihbarat şefi olunca söylediklerinin ciddiye alınması, gerekçelerinin sorgulanması gerekir.

Savaş siyasetin sonuçsuz kalması nedeniyle geçilen bir sonraki aşamadır. İki dünya savaşından sonra, insanlık bir daha bu akıl dışı aşamaya geçmesin, sorunlarını karşı karşıya konuşarak halletsin diyerek Birleşmiş Milletler kuruldu. Şimdi ne oldu da müzakere süreçleri, diplomasi, sınırlarına ulaştı ve yeniden "kavga" aşamasına gelindi? Savaş endüstrisi üreticilerine çok para kazandırıyor.

Başkan J. Biden Kongre'den Ukrayna savaşına destek için 90 milyar dolar bütçe talep ederken, bunun üçte ikisinin, 40 milyar doların ABD savaş endüstrisine geri döneceğini söyledi. Yitirilen canlar da Amerikalı değil, Ukraynalı! 

Böyle bir sonuç kabul edilebilir mi? F-16 ve F-35'lerle ve S-400 yüzünden ödenen paralar ABD ve Rus savaş endüstrisine gitti. Biz kaybettik.

 AKIL ne zaman hakim olacak?

Bu paralar ne zaman eğitime, çevreye, bireyin yaşam kalitesini iyileştirmeye harcanacak? Savaş para kazandırdıkça, korkarım ASLA.

[1] Financial Times 13.07.2024

[2] Daniel Scholzman-Sam Rosenfeld, The Hollow Parties,Princeton University Press, 2024

[3] Gustave Le Bon, Psychologie des Foules, 1895 Paris, The Crowd: A Study of the Popular Mind, Dover Publications, 2002, London

Ahmet Çelik Kurtoğlu kimdir?

Ahmet Çelik Kurtoğlu, 1942'de Ankara'da doğdu. 1965 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu.

Akademik kariyerini 1982 yılına kadar aynı kurumda sürdürdü, Cambridge Üniversitesi'nde lisansüstü derecesi aldı. 1972-74 yılları arasında Yale Üniversitesi'nde doktora sonrası çalışmaları yaparken teknolojik gelişme ve endojen büyüme teorisi üzerinde yoğunlaştı, 1997-2006 yılları arası Galatasaray Üniversitesi'nde ders verdi.

T.C. Dışişleri Bakanlığı'nın görevlendirmesiyle 1978-82 yılları arasında B .M. UNCTAD "Teknoloji Transferi Davranış Kodu" müzakerelerinde T.C. delegesi olarak yer aldı.

1983-86 yıllarında arasında İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) Kalkınma Merkezi'nde araştırma yöneticisi olarak görev yaptı. Türkiye ve beş Asya ülkesinde Müşavir Mühendislik sektörü üzerinde yaptığı çalışma OECD tarafından yayınlandı.

1987 yılında Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) kurucu direktörü olan Kurtoğlu, 1992 yılından itibaren Karadeniz Ekonomik İşbirliği İş Konseyleri Genel Sekreteri, daha sonra 2008 yılına kadar DEİK Yönetim Kurulu ve İcra kurulu üyesi olarak görev yaptı. DEİK pek çok Türk şirketin uluslararası işbirliği kurması sürecinde yardımcı oldu.

Prof. Dr. Kurtoğlu, yurtdışındaki faaliyetini 1994-2006 yılları arasında European Roundtable of Industrialists (ERT) adlı kurumda danışman olarak sürdürdü. ERT en büyük 50 Avrupa sanayi şirketi başkanları tarafından, AB Komisyonuna politika tavsiyesi yapmak üzere kurulmuştur. Politika tavsiyesi danışmanların oluşturduğu çalışma gruplarında geliştirilmektedir.

1999 yılında Kurdoğlu Danışmanlık A.Ş.'ni, 2003 yılında "İyişirket Danışmanlık A.Ş."yi kurdu ve strateji, şirket değerlemesi ve satış müzakeleri, iş geliştirme ve finansman, kurumsal yönetim (governance) konularında danışmanlık hizmeti verdi.

2001 yılında TMSF "9 Banka Yönetim Kurulu Üyesi" olarak, 2002-2007 yıllarında arasında Tekfenbank Yönetim Kurulu, 2012-2019 yılları arasında Tekfen Holding A.Ş. Bağımsız Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev yaptı.

2007-2008 döneminde TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı oldu

A.Çelik Kurtoğlu teknoloji ve uluslararası ekonomik ilişkiler konularında yayın yapmıştır. Son çalışması olan "Değer Zincirinin Evrimi", Aralık 2022'de Efil Yayınevi tarafından yayınlanmıştır.

  ]]>

2024-07-16T20:34:12Z dg43tfdfdgfd